19 Haziran 2011 Pazar

Kınalı Yapıncak



Televizyona ve Türk filmlerine meraklı olduğunu söyleyip de, Kınalı Yapıncak'ı bir kez olsun izlememiş insan bulmak zordur. Orhan Aksoy'un 1968 yapımı, Altın Portaklal'dan ödüller almış filminde başrollerde Hülya Koçyiğit, Engin Çağlar, Aliye Rona ve Hulusi Kentmen vardır. Bu klasik kadro bile filmdeki zengin, kötü anne ile iyi huylu (aslında burada dış görünüşü huysuz) amca, fakir kız, zengin ailenin yakışıklı oğlu klişelerini haber vermektedir aslında. Filmin önemli ayrıntılarından biri zengin ve çapkın oğlumuzun kız düşürme repliğinin "sana pul koleksiyonumu göstereyim" olmasıdır, bu klasik ifadeyi hayatımıza sokan galiba bu filmdir.

Filmde evde bir besleme olarak yaşayan sağır ve dilsiz kızın, uzaktan uzağa hayran olduğu evin yakışıklı ve çapkın oğlu tarafından, beyefendinin oldukça sarhoş olduğu ve sonradan hatırlamadığı bir gece, iğfal edilişi temel olaylardan biridir.

Cumartesi günü dini hassasiyetlere önem veren (!) kanallarımızdan biri yayınladı Kınalı Yapıncak'ı. Köşeye +7 uyarısını yapıştırıp, tecavüz sahnesini de kırpmalarına bir şey demeyelim, neyse de film içinde, cümlelerin ortalarında yer alan üç sözcüğü biplediler ki o kadarına yuh dememek mümkün değil:

İğfal, tecavüz, öpüşmek

Anladık, filmleri sessiz filme çevirmek pahasına Kemal Sunal'ın "eşoğlueşek"lerini sansürlüyorsunuz ama kanun metinlerinde  bile kullanılabilen tecavüz ve iğfal sözcüklerinde bu kadar ahlaka mugayir ne buldunuz efendiler? Görüntüsünü göstermiyorsunuz, anladık ama "öpüşmek" sözcüğünün telaffuz edilmesi bile mi insanları ahlaksızlığa teşvik ediyor sanıyorsunuz?,

Biraz insaf, biraz izan, lütfen!

12 Haziran 2011 Pazar

Bir tatlı rekabet

Televizyonun karşısında yeterince zaman geçiren insan er veya geç Kral TV'den geçer. Hele ki yaşı >30 bir kişiyseniz, üstte "nostalji" logosuyla dönen, doksanların ilk yarısından kalma kliplere takılıp kalmama ihtimaliniz düşük.

Az önce o anlardan biri yaşandı. Sabahladım, gittim oyumu verdim, şimdi bekle dur akşama kadar sonuçları. O sıkıntı içinde kanalları gezerken şuna rastladım:


Yaşı tutanlar ve eskilere merakı olanlar hatırlamıştır hemen, Emel Müftüoğlu - Hovarda (1995). Tam ortadaki çete elemanı da Deniz Arcak.

Bir film veya dizide, insanlık hallerinin anlık, gösterişsiz ifadelerine rastlayınca pek hoşuma gidiyor.
Klipte yukarıda görülen sahnenin bir kare sonrası tam da böyledir. Mahallenin havalı ablası (henüz Kurtlar Vadisi'yle patlamasını yapmış olmayan Seray Sever), mahallenin sokak tayfasını evine toplar ve çay ikram eder. Dekolte geceliğinin üzerine sabahlığı çekmiş, yüzü gözü pislik içindeki tiplere porselen fincanlarda servis yapan ablamız Emel'in önüne gelince hafifçe eğilir ve Emel'in gözleri şuh ablanın memelerine takılıverir bir an. Sonra abla servisi yapar, döner ve Emel elinin kendi memesine götürüp, suratında "benim niye yok" diyen bir ifadeyle kalakalır; zaten bu ablanın evinden henüz çıkmış olan sevgilisine içten içe yanıktır, habersizce süren bir rekabet vardır ve kendini önemli bir silahtan mahrum hisseder, ezilir kalır.

Kadınlar arası rekabet ilginç bir şey ve o sahne bunun için çok güzel bir örnek; sabah sabah gülümsetti, klavyenin başına oturttu beni.

İzlemek isterim diyenlere klibi de sunayım (2:20 - 2:30 arasına dikkat)

11 Haziran 2011 Cumartesi

Ablan kurban olsun sana


Resimdeki hanım kız neyimiz olur? Dünyanın dört bir yanına yayılan okullar sayesinde soydaşımız olamasa da dildaşımız olur. Kendisi 9. Türkçe Olimpiyatları'nın reklam yıldızı. Reklamımızda geleneksel giysileri içindeki kızımız, iri kedigilerden birinin Bülent Ersoy'un gelinliği rengindeki yavrusunu, Bülent Ersoy'un ünlü şarkısının  sözleriyle "ablan kurban olsun sana" diyerek seviyor.

Reklam, uzun süredir gördüğüm en küstahça işlerden biri. Korkunç olan büyük ihtimalle bilinçli olarak değil, bir bilinçaltı kusması olarak ortaya çıkması. 

 Gelinlik Bülent Abla'ya yakışmış




BBC, bir iki sene önce "Britanya'nın yumuşak gücü" başlıklı bir belgesel yapmıştı. Bu gücün temeli İngilizcenin yaygın olarak kullanılışı elbette. Böylece İngilizce yayınlanmış herhengi bir fikri çok sayıda kişiye ulaştırmak mümkün oluyor. Burada da BBC devreye giriyor ve İngilizce hazırlanmış düşünceleri dünyaya yayan en önemli ortamlardan biri oluyor.

Şimdi oturup, düşünelim. BBC Türkç, İngilizce Olimpiyatları diye bir şey düzenlese, buna da bir reklam çekse, reklamda güzelce bir kızımız bugün artık folklor gösterileri dışında giymediğimiz kıyafetler içinde, bir Robbie Williams şarkısı eşliğinde otlamaktan dönen buzağıyı sevse okşasa içinizden ne geçer? İşte Afrikalılara yaptığımız tam da bu.

Tamam, anladık, imparatorluk artığı bir milletiz; eski dünyanın yaklaşık yarısını kendi toprağımız, tevarüs ettiğimiz hak olarak görüyoruz. Aradan geçen zamanda irredentist düşler kuranlar (bir sabah ansızın 82 Musul, 83 Kerkük tarzı) marjinal bir azınlık haline geldiyse de dış politika girişimleri ve yumuşak gücün etkili kullanımı üzerinden kültürel bir bağ ile bağlı, gümrük duvarları kaldırılmış bir yeni Müslüman Roma rüyası görenler hala çok az değil. TRT'nin Asya ve yakın coğrafyamızı kaplayacak şekilde son yıllarda kalktığı atak, komşularla vize kaldırma girişimleri hep bu yönde okunması gereken gelişmeler bence.

Emperyal bir vizyonun maliyetini ödemek istemiyorum, vergilerimin bu saçma düşün finansmanına harcanmasına baştan karşıyım ama o başka mesele. Asıl yaptığımız çirkinlik oryantalizmi yeniden üretmemiz. Afrika sokaklarından rastgele görüntüler içeren herhangi bir belgeselde görülebileceği üzere, oraların okumuş çocukları da dünyanın her yerindekiler gibi giyiniyor. Kafası fesli delikanlılar, feraceli dilberlerle süslü oryantalist rüyanın Afrika yerel kıyafetleriyle yeniden üretimini yapanın ne farkı kaldı sömürgecilerden? Beyaz cangıl hayvanı yavrularıyla oynamak kaç Afrikalının gündelik hayatında yer etmektedir? Bunun zilleri takmış, göbek atan Ortadoğu kadınları görüntüleri üzerinden bu coğrafyaya bakan Avrupalı'nın ötekileştiriciliğinden, kendini konumladığı sahte üstünlükten farkı nedir?

Batının medeniyetini alacağız, ahlaksızlığı onlara kalsın projesi bu kez de miliyetçi-muhafazakarların elinde kaldı. Yalnızca ticari çıkarları için gittiği uzak diyarlara, yüksek medeniyetini götürerek onları sefilliklerinden kurtardığını vehmeden kolonici-emperyalist kafayı "ben de, ben de" diye bağrışarak benimesemeye ne de meraklıymış içimizden birileri.   

Doğulunun doğuluya oryantalizminden çirkin bir şey yok diye düşünürdüm. Şimdi bir de Afrika ayağı başladı maceranın.


Ayıptır!

Başlarken

Selam!

İyi kötü okumuş, az biraz yazmış ve yakın zamanda işsiz kalmış bir kardeşinizim. Bütün günü okuyarak ve müzik dinleyerek dolduramadığımdan, üstelik eskiden beri hastası olduğumdan son zamanlarda bolca televizyon seyrediyorum. Bazen seyrederken, hakkında "yok artık, o kadar da değil" dediğim ve dahi buraya yazmasam daha iyi olacak diyeceğim kimi sözler ettiğim şeyler oluyor. Bu blog en başta onlar üzerine konuşmak içindir.

Başladıktan 3 post sonra sonsuzluğa yolcu edilen bloglardan olmaması ümidiyle...